Önceki Haber Sonraki Haber

Ujfalusi'den itiraf

Galatasaray Futbol Takımı'nın Çek oyuncusuTomas Ujfalusi, hakkındaki bilinmeyenleri Galatasaray Dergisi'ne anlatırken çok önemli bir itirafta da bulunmayı ihmal etti. İşte detaylar...

01/01/2012 Pazar Webaslan.com

Büyük yolculuğuna başladığında, idealleri için evden ayrıldığında 11 yaşındaydı. Önce Sigma Olomouc, ardından Bundesliga, Serie-A, La Liga ve şimdi de Süper Lig... Yer aldığı her organizasyonda planların ana parçası oldu, saygı gördü, rakiplere duvar ördü. Hem saha içinde, hem saha dışında büyüdü. Üç büyük ligde iz bırakan Tomas Ujfalusi, altı farklı dil konuşabilen bir dünya vatandaşı. Ve birçok insan için rol modeli, öyle de olmalı.


Toplam nüfusu yaklaşık 11 milyon olan Çek Cumhuriyeti’nin mütevazı kentlerinden biri Rymarov’da dünyaya geldi Tomas Ujfalusi. XIII. yüzyılda Alman göçmenler tarafından kurulan kent, 1945 yılındaki Beneş Kararnamesi’ne dek daha çok Alman populasyonu altındaydı. Ancak Çek lider Edvard Beneş’in yayımladığı kararname sonrasında bölgede yaşayan Alman ve Macar halkı, alandan göç etmek durumunda kalınca kentin tek hâkimi Çekler oluyordu. Rymarov’da artık genel olarak Çekçe konuşuluyor. XIII. yüzyıldaki eserleriyle şehri süsleyen ressam Jan Krystof Handke’ye saygı duruşunda bulunalım. Ama Bay Handke, üzgünüz, bu kenti ayrı kılan isimlerin başında Tomas Ujfalusi geliyor.

“Tomas Ujfalusi ismi, doğduğun kent için ne anlam ifade ediyor” diye soruyoruz bir sabah antrenmanının hemen ardından soluğu yanımızda alan Çek yıldızımıza. “Küçük ama benim için çok ayrı anlamı olan, önemli bir şehir. Tomas Ujfalusi ismi, evet, onlar için de hayli önemli. Hem milli takımda, hem Avrupa’da onları gururlandıracak başarılara imza attım” şeklinde cevaplıyor bizi ilk olarak. Daha sonra bir sessizlik oluyor.

Ve az önce hayli ciddi geçen antrenmanı geride bırakan tecrübeli oyuncu, “Ne yazık ki hâlâ bir caddeye ‘Ujfalusi’ ismini vermediler” diyerek sohbetimizin oldukça eğlenceli geçeceğini gösteriyor adeta. Kalabalık anlamında Ali Sami Yen Spor Kompleksi Türk Telekom Arena’nın bir tribünü kadar olmayan Rymarov, son sayımlarda 9.038 kişi, için konuşmaya devam ediyor Ujfalusi: “Fırsat bulduğum zaman oraya gitmeyi seviyorum; birlikte futbola başladığım çocukluk arkadaşlarımdan bazıları orada, onlarla görüşme fırsatım oluyor.” Oradaki yerel futbol takımına maddi destek sağladığını da biz söyleyelim.

TERCİH: BUZ HOKEYİ VEYA FUTBOL

O küçük kentte futbolu keşfettiği ilk anı hatırlıyor mu acaba? “Dört yaşındaydım” diyor 29 yıl öncesini anımsayarak. “Babamın futbola başlamamdaki payı çok büyüktü. Devam eden yıllarda sürekli kendimden büyük yaş gruplarıyla birlikte oynadım, 11 yaşına ulaştığımda evden ayrılma vaktim gelmişti, Sigma Olomouc’a gidiyordum.” Büyük yolculuk başlamıştı!

Sadece futbol mu, peki? Çek Cumhuriyeti, 90’lı yıllarda takım sporlarındaki başarılarıyla dikkat çekiyordu. Ülke, 1996 Avrupa Futbol Şampiyonası Finali’nde “Altın Gol” kuralının popüler dünyadaki ilk kurbanı olmuştu. Turnuvaya 2-0’lık Almanya yenilgisiyle başlayan Çekler, finalde Karel Pobosky’nin penaltı vuruşundan attığı golle öne geçmesine karşın, sonradan oyuna giren Oliver Bierhoff’un 73. ve 95. dakikadaki golleriyle sahadan 2-1 mağlup ayrılıyordu. O gün kaybeden Çek Cumhuriyeti, uluslararası anlamda futbol özgürlüğünü kazanacaktı aslında. Bu turnuvadan bir ay önce ise buz hokeyi tarihindeki ilk dünya şampiyonluğuna ulaşan bir milli takımları vardı. Çekler, 1998 Kış Olimpiyatları’nda altın madalyayı kazandıklarında ise buz hokeyi ülkede iyiden iyiye popüler hâl almıştı.

Tomas Ujfalusi, 1996 Avrupa Futbol Şampiyonası’ndaki final maçından sadece birkaç ay sonra Sigma Olomouc ile ilk profesyonel maçına çıkıyordu. O gün için seçme şansı olsa, buz hokeyindeki dünya şampiyonluğunun ardından, farklı bir yola gider miydi? Zira 11-12 yaşına kadar her iki sporu da birlikte götürmüştü Çek yıldız. “Buz hokeyi oynamak çok hoşuma gidiyor. Mücadele var, birebir çarpışma, vücut teması var. Hayatımın belli bölümüne dek iki sporu birlikte götürüyordum. Daha sonra tercihte bulunmam gerekti. Anladım ki, futbolda daha önemli bir gelecek görünüyordu. Futbol oynayarak iyi yerlere gelebilirdim. Üstelik bunun için gerekli yeteneğe de sahiptim. Ve ben de tüm alternatifleri göz önünde bulundurarak futbolu seçtim” diyor gerçekçi bir tavırla Ujfalusi.

SIGMA OLOMOUC & BUNDESLIGA’YA GEÇİŞ
Türkiye’den yurtdışına transfer olma ritüelini bilirsiniz. Hatta zaman zaman milli takımın oyuncu seçimlerinde dahi gündeme gelir. Ligde şampiyonluk yaşamış takımlardan birinde ortalama performans gösteren oyuncu, milli formayı giyme hususunda meslektaşlarından bir adım önde yer alır. Avrupa’ya transfer olmanın yolu da benzer rotada ilerler. Tomas Ujfalusi, bu tezi savunanların elini zayıflatacak bir kariyer gelişimine sahip.

Doksanlı yıllarda Çek Cumhuriyeti’nin yurtışındaki futbol temsilcileri, Prag şehrinin güçlü takımlarıydı. Ülke, Slavia Prag ve Sparta Prag ile adını UEFA nezdinde duyurabilirdi. Ujfalusi ise gölgede kalan Sigma Olomouc forması giyiyordu. Ve Sigma, Avrupa kıtasında Türkiye’de olduğu kadar popüler değildi. Orada da bir şeyleri başarmak için Slavia ya da Sparta’da oynamak gerekir miydi, peki? Buradan bakıldığında biraz öyle gözüküyor sanki. “Çek Cumhuriyeti’nden Avrupa transfer olmanın yolu, daha çok Slavia Prag ya da Sparta Prag için oynamaktan, daha sonra milli takımda forma giymekten geçer” diye cevap veriyor Ujfalusi. Devam ediyor ardından: “Ancak ben, Sigma Olomouc kariyerim boyunca [1996 ila 2000 yılları arasında] hem ülke çapında, hem Avrupa genelinde dikkat çeken oyuncularla beraber oynadım. Birkaç önemli oyuncu vardı. Onlardan biri de bendim.”

XXI. yüzyılın ilk yaz mevsiminde Ujfalusi’nin şöhreti, ülke sınırlarını aşmaya başlamıştı. Lig şampiyonluğu için Slavia ve Sparta’nın teklifleri vardı. Ama dönemin Hamburg teknik direktörü Frank Pagelsdorf, 22 yaşındaki genç savunmacıyı ısrarla transfer etmek istiyordu. O savunmacının kaderinde yurtdışında oynamak yazıyordu ayrıca. Diğer yandan Ujfalusi’nin bahsettiği önemli oyunculardan Marek Heinz da aynı mevsimde Sigma’dan Hamburg’a geçiyordu. Dikkat çeken isimlerinden ikisi David Rozehnal ve Radoslav Kovac ise diğer ikilinin takımdan ayrılmalarından üç yıl sonra büyük transferlerini yapacaklardı.

İLK ADIM, HAMBURG, ALMANYA
Genç yaşta ülkesinden ayrılarak Almanya’ya gitmişti. Neleri tecrübe etmişti acaba Almanya’da? Önce sosyal yaşantıdan bahsediyor tecrübeli oyuncu: “Birtakım zorluklar yaşadım ilk zamanlar. Aynı zamanda oldukça önemli getiriler, hatıralar da.” Ardından futbol sahasına iniyor, ön liberoda görev yaptığı sezonunu anlatıyor: “İlk senemde ön libero pozisyonunda görev yaptım. Bundesliga’da her hafta Almanya futbolunun en başarılı oyuncularına karşı mücadele ettim. Stefan Effenberg, Thomas Haessler, Andreas Möller gibi büyük isimlerle birebir oynadım birçok maçta, onlardan çok şey öğrendim.”

Hamburg’da dört sezon kaldıktan sonra hem futbol, hem de sosyal hayat anlamında ciddi tecrübeleri olmuştu. Ve artık önünde yeni bir kariyer, mücadele alanı vardı. Önemli teklifler arasında tercih yapması gerekecekti. Ujfalusi, geride bıraktığı yılları ve iyi yapabildiklerini değerlendirdi, kendi yolunu çizdi. “Avrupa bazında, özellikle de savunma anlamında, önemli bir tecrübe kazandığımı hissediyordum. İlk olarak ön liberoda oynamıştım, ardından stopere geçtim. İtalya’da savunma karakterinin baskın olduğunu göz önünde tuttum. Özelliklerimin, bireysel yeteneklerimin Serie-A’ya uyacağına inandım. Fiorentina, benim için ciddi bir karardı” sözleriyle anlatıyor İtalya’ya geçişini, Çek oyuncu.

SERIE-A, PRANDELLI & İKİ KİŞİLİK OYUNCU
Tomas Ujfalusi, 2004 yazında oradaki kariyeri boyunca Floransa’nın tarihi güzelliklerini yakından gözlemleme şansı da bulabileceği Fiorentina’ya transfer olmuştu. Üç teknik adamın görev yaptığı sezon sonunda zor da olsa ligde kalan Viola için 2005-2006 sezonu öncesi önemli bir hamle gelecekti. Cesare Prandelli, Fiorentina’nın başına geçiyordu…

Aynı sezon Serie-A’yı dördüncü tamamlayarak UEFA Şampiyonlar Ligi için ön eleme hakkı kazanan takım, 2006 Calciopoli Skandalı’nın ardından sıkıntılı günler yaşayacaktı. Önce Serie-B’ye düşürülen Fiorentina, ardından Serie-A’da yeni sezona -15 puanla başlama cezasına çarptırılmıştı. Bu durum, yine de, Prandelli’nin takımının iyi futbol oynamasına engel değildi. Toplanan 73 puandan 15’i çıkarıldığında da UEFA biletini alabiliyordu Fiorentina. Prandelli, Viola’yı tekrar sempatik bir takım hâline getirmeyi başarmıştı.

2005 ila 2010 yılları arasında Fiorentina’yı çalıştırdıktan sonra İtalya Milli Takımı’na geçen teknik adamı ayrı bir yere koyuyor Ujfalusi: “Oradaki futbola uyum sağlamamda Cesare Prandelli’nin önemli katkısı var. O, beni hep iki kişilik bir oyuncu olarak düşünüyordu. O’nun döneminde savunmanın sağında oynama fırsatım oldu. Mücadele eden bir oyuncunun yanı sıra, sürekli hücuma katılan ve oyunun bu tarafında da takımın parçası olan bir oyuncuya dönüştüm. Cesare Prandelli, beni her zaman bu şekilde düşünüyordu.”

SERIE-A VE LA LIGA KARŞILAŞTIRMASI
Avrupa kariyerine Hamburg ile başladıktan sonra Fiorentina’ya geçen Tomas Ujfalusi, iki kulüpte dörder sezon forma giymesinin ardından La Liga’ya transfer oldu. Ve Çek yıldız, devam eden üç yıl boyunca Atletico Madrid ile büyük başarılar kazandı. İlk olarak, fazla detaya inmeden, Serie-A ve La Liga’yı karşılaştırmasını rica ediyoruz Ujfalusi’den.

“İtalya’da oynadığım dönemlerde Serie-A’nın kalitesi, bugüne göre, çok daha yüksekti. Hücum anlamında son derece kaliteli oyunculara karşı oynadım. İspanya’da da durum bu şekilde oldu. La Liga, sürekli pas yapmaya ve çekici futbol oynamaya müsait bir lig. Orada bir takım, hücuma en az dört-beş oyuncuyla kalkar. Sürekli olarak güzel futbol beklentisi vardır. O yüzden İspanya’da da iyi futbolcularla birlikte oynama, zaman zaman ise büyük isimlerin karşısında oynama fırsatı buldum. İtalya’da ve İspanya’da oynadığım, böylesi bir tecrübeyi yaşadığım için kendimi gerçekten şanslı hissediyorum.”

“EN GÜZEL YILLARIM ATLETICO’DA GEÇTİ”
Futbol dünyasında bu fırsatı yakalayan binlerce oyuncu bulunmuyor tabii. Ama iki ligde de iz bırakan isimlerden bahsetmek mümkün. Fransa’nın tüm zamanlarındaki en büyük yıldızlarından Zinedine Zidane’nin konu hakkında fikrini yöneltiyoruz Çek savunmacıya. Zidane, İtalya takımı Juventus’tan İspanya ekibi Real Madrid’e geçtikten sonra, “İtalya’da futbol satranç gibiydi, burada en azından biraz eğlenebiliyoruz” demişti.

İki ülkenin futbol modelini iyi bilen Ujfalusi ise şu sözlerle aktarıyordu düşüncelerini: “İtalya’da oynamaktan, özellikle sağ bek olarak görev yaptığımda, memnuniyet duydum. Serie-A takımları, taktiksel anlamda maçlara çok iyi hazırlanıyor. O kadar disiplinliler ki, rakibi açmanız için epey çaba göstermeniz gerekiyor. Ama nasıl olursa olsun hakikaten keyifliydi. Bunu İspanya’da bir seviye daha ötede yaşadım. La Liga, kaliteli takımların bulunduğu bir organizasyon. Oradaki zamanlarım da mutlu geçti. Oynanan futboldan keyif aldım.” Çek yıldız, konuyu Atletico Madrid serüvenine getiriyor daha sonra. “Atletico’da, [Jose Antonio] Reyes ile aynı kanatta görev yaparken, bu duyguyu doyasıya yaşadım. O’nunla saha içinde çok iyi anlaşıyorduk. En güzel yıllarım Atletico’da geçti.”

Spor Toto Süper Lig’de oynamaktan da keyif aldığını söylüyor Ujfalusi. Ancak eklemeden geçemiyor: “Tüm takımlar, bize karşı özel hazırlanıyorlar. Disiplinli çalışarak en azından bir puan almak için çaba gösteriyorlar. Ve doğal olarak defansif maçlar çıkıyor ortaya.”

“LUIS PEREA’NIN POZİSYONU PENALTIYDI”
Tomas Ujfalusi ve Atletico Madrid isimleri yan yana görüldüğünde, akıllara Şubat 2010’da oynanan talihsiz bir maç da geliyor tabii ayrıca. Galatasaray, UEFA Avrupa Ligi’nde son 16 takım arasına kalmak için oldukça önemli bir mücadeleye çıkmıştı. Turun Madrid’deki ilk ayağında 1-1’lik eşitlik vardı. Rövanşta rakibinin golüne engel olamayan Galatasaray, daha sonra Keita ile beraberliği yakaladıktan sonra Atletico kalesine doğru yüklenmeye başlamıştı. Artık son dakikalardı. Sadece bir adım kalmıştı. Ancak bir el uzanıyordu rakip ceza sahasında, Galatasaray’ın galibiyet golünden hemen önce.

Kolombiyalı savunmacı Luis Perea’nın eli, engel oluyordu bir üst tura çıkmamıza. Ardından 10 kişi kalan takımımız, son dakikada kalesinde bir de gol görünce sahadan mağlubiyetle ayrılıyordu. Kalp kıran bir maçtı. Sadece 10 dakika içinde değişmişti her şey. Sohbetin bir bölümünde konu, bu pozisyonun yaşandığı o maça geliyor. “Kesinlikle penaltıydı. Ama hakemler de bizler gibi insan. Şanslıydık, belki orada penaltı kararı çıksa, üst tura yükselemeyecek, şampiyonluk sevincini yaşayamayacaktık.” Bu maçın ardından oynanan lig karşılaşmasında benzer bir pozisyonda penaltı vuruşu kazanan Atletico, sezon sonunda UEFA Avrupa Ligi Finali’nde Fulham’ı yenerek şampiyonluk sevincini yaşıyordu.

LIONEL MESSI VE BARCELONA MAÇI
Tomas Ujfalusi ile Avusturya’da yapılan sezon öncesi kampındaki sohbetimizde Lionel Messi ile arasında yaşanan o talihsiz pozisyon hakkında konuşma fırsatı bulmuştuk. Çek oyuncu, Atletico için oynadığı dönemde –Avrupa’nın en önemli iki oyuncusundan biri olarak kabul edilen- Barcelonalı Messi’nin sakatlanmasına yol açan bir hamle yapmıştı. O anın fotoğraflarının çekilmesi, tüm dünyada değerlendirilmesi ve mağdur tarafta Messi’nin yer alıyor olması, Tomas Ujfalusi’ye uluslararası boyutta tepki gelmesine neden oluyordu.

Tecrübeli oyuncu, Avusturya’daki sözlerini tekrarlıyor bir bakıma. “Pozisyonun diğer tarafında Lionel Messi’nin bulunması, olayın biraz daha sansasyonel hâle gelmesine neden oldu. Belki o olmasa, bu kadar yankı uyandırmayacaktı. Pozisyon icabı gelişen bir durum aslında. Sonuçta futbol hepimizin bildiği gibi mücadele oyunu ve birebir mücadelelerin, birebir müdahalelerin fazla olduğu bir oyun. O yüzden futbolda bu tip şeyler olabiliyor.” Çek yıldız, daha sonra Messi ile telefonda konuşarak, genç meslektaşından özür dilemişti.

ATLETICO’DA YENİ JENERASYON
Atletico Madrid kariyeri boyunca güzel günler yaşadığını anlatıyordu Ujfalusi. Dışarıdan bakınca hiç de haksız sayılmazdı. UEFA Avrupa Ligi’ndeki şampiyonluk, kulüp için mevcut şartlarda oldukça büyük bir başarıydı. O kadroda önemli oyuncular da vardı. Ancak David De Gea, Tomas Ujfalusi, Simao Sabrosa, Kun Agüero, Diego Forlan gibi isimler birer birer takımdan ayrılmışlardı. Ortak neden var mıydı, yoksa yeni bir jenerasyon mu aranıyordu?

Kişisel ama diğer yandan ortak bir nedenden bahsediyor Tomas Ujfalusi. “Bizim orada olduğumuz dönemde önemli bir jenerasyon vardı. Atletico Madrid ile yapabileceğimizin en iyisini yaptık, alabileceğimiz en büyük kupayı aldık. UEFA Avrupa Ligi şampiyonluğu, ligde Barcelona ve Real Madrid’in varlığı düşünülürse, bizim için çok önemli bir başarıydı. Ben de artık lig şampiyonu olmak istiyordum. Diğer arkadaşlarım da o şekilde.” Çek oyuncuya o isimleri de soruyoruz. “[David] De Gea, çok güzel geleceği olan bir kaleci. Manchester United’dan bir teklif gelince, tabii reddedemedi, oraya gitti. Kun [Agüero] da aynı şekilde Manchester’a transfer oldu. Simao [Sabrosa] ve [Diego] Forlan, tıpkı benim gibi, oradaki misyonlarını tamamladıklarını düşünüyorlardı.” Gayet medeni bir ayrılık gibi gözüküyordu.

TOMAS UJFALUSI: BİR DÜNYA VATANDAŞI
Çocukluk yıllarının büyük bölümünü ailesinden uzakta geçiren Tomas Ujfalusi, 11 senedir yurtdışında yaşıyordu. Bu tecrübe, kendisine sosyal anlamda neler katmış olabilirdi? Çok sayıda farklı lisanı iyi derecede konuşabildiğini biliyorduk ama… “Almanca, İngilizce, İtalyanca, İspanyolca, Lehçe ve Çekçe konuşabiliyorum. Soyadımda bir Macaristan kökü var gibi gözüküyor, ama Macarca bilmiyorum.” Bir lisanın bir insan olduğu şu günlerde karşımızdaki koltukta altı insanın olduğunu idrak edebilmek pek kolay sayılmazdı.

Hamburg, Floransa ve Madrid gibi kentlerde yaşadıktan sonra İstanbul’a gelen Çek oyuncu devam ediyor: “Ben 11 yaşından beri, evimden, ailemden uzak yaşıyorum. Bana kazandırdıkları var. Avrupa’ya geldikten sonra farklı kültürleri tanıma, insanlarla tanışma fırsatı yakaladım. Diğer yandan kaybettirdikleri de vardır. Şöyle söyleyeyim, yaşıtlarım benden daha fazla boş zamana sahip oldular. Bense sürekli bir şeylerle uğraşma, mücadele etme durumunda kaldım. Ama hayatımdan memnunum. Kaybettiklerim için düşünmüyorum, her zaman pozitif kalarak kazandıklarım üzerine yoğunlaşıyorum.”

Bir dünya vatandaşı vardı Galatasaray savunmasının merkezinde. Bundesliga’da dört, Serie-A’da dört ve La Liga’da üç sezon görev yapmıştı. Başarısızlık, istikrarsızlık yoktu O’nun kariyerinde. Galatasaray’daki 11 maçlık lig kariyerinde ise hiç kenara gelmemişti. Takımın üçüncü kaptanlığına yükselmişti bir anda. O’nu özel kılan neydi, nasıl gittiği her yerde bir planın parçası olabiliyordu, neler öne çıkarılabilirdi. “Saygı” cevabını veriyor Çek oyuncu. “Önce saygı. Hem çevrenizdeki insanlarla iyi anlaşmanız, hem de onlara karşı saygı duymanız gerekiyor. Bu, karşılıklı oluyor tabii. Karşınızdaki insanlar da size saygıda bulunuyorlar. Benim ikili ilişkilerde ilk kuralım bu her zaman. Ve daha sonra, tabii ki, sıkı çalışmak. Çok çalışmanız, kesinlikle çok çalışarak diğerlerine örnek olmanız gerekir. Bunu da en iyi şekilde yapmaya çalışıyorum. Kişilere ve işinize saygı, temeldeki iki kural bu.”

ALAN SAVUNMASI VE ADAM ADAMA SAVUNMA

Futbol altyapısını doksanlı yıllarda alan bir isimdi Tomas Ujfalusi. Ve o dönemde stoperler, daha çok işin, “adam adama savunma” tarafına konsantre oluyorlardı. Antrenörler, “adamına yapış ve onu bir daha bırakma” talimatlarıyla yönlendiriyorlardı savunma oyuncularını. Değişen futbol yapısında, 2000’li yıllarda, Ujfalusi’nin profesyonel olduğu senelerde, yapı değişerek adam adama savunmadan, alan savunmasına geçildi. Değişimi saha içinde, üst seviyede yaşayan Çek yıldıza iki tercih arasındaki farkı soruyoruz.

“Şu anda alan savunması yapılıyor genel olarak. Ama alan savunmasının içinde dahi yeri geliyor, adam adama eşleşmek durumunda kalıyorsunuz. Doksanlı yıllarda daha çok bireysel savunma vardı. Geçiş döneminde bunun birtakım sıkıntıları yaşanmış olabilir, taktiksel anlamda. Benim tercihim alan savunması” diyor ve bu tercihini şu sözlerle gerekçelendiriyor: “Adam adama savunma yaptığınızda, tek oyuncuya konsantrasyon sağlıyorsunuz. O’nunla hareket ediyorsunuz. O ileri çıkıyor, siz de çıkıyorsunuz. Doğal süreç olarak arkanızda boşluklar bırakıyorsunuz. Rakibe ise yakaladığı boşlukları değerlendirmek kalıyor. Tüm bunlardan dolayı, şu anda yaygın şekilde olduğu gibi, alan savunması benim tercihim. Ama alan savunması içinde birebir oynamayı bilmek lazım.”

ÜÇLÜ SAVUNMA VE DÖRTLÜ SAVUNMA
Benzer bir değişim, üçlü ve dörtlü savunma seçenekleri konusunda yaşanıyor şu sıralar. Hollandalı iki teknik adam Johan Cruyff ve Louis van Gaal’in uyguladıkları 3-1-3-3 dizilişli hücum futboluna yönelik çekici futbol, Barcelona’ya büyük başarılar kazandırmıştı. Barça, Pep Guardiola yönetiminde yeniden üçlü savunmanın temellerini atmaya başladı. Ve bu, özellikle iç saha maçlarında olağanüstü bir ofansif zenginlik sağlıyor takıma. Kariyeri boyunca en üst seviyede mücadele eden Tomas Ujfalusi ne düşünüyordu, üçlü savunma konusunda, özellikle saha ve görev paylaşımı hususunda, dinleyelim…

“Taktik anlayış, üçlü veya dörtlü savunma tercihi, tamamen takımlarla alakalı bir durum.  O takımdaki oyuncuların kalitesiyle ilgili. Mesela İtalya’da Napoli… Üçlü defansla oynuyor. Bunun nedeni, sağ ve sol kanattaki oyuncuların hem hücum, hem de savunma anlamında üst düzeyde olmalarına bağlanmalı. Sürekli ileri ve geri gidebildikleri için üçlü defans çok rahat bir şekilde, başarıyla uygulanıyor Napoli’de. Barcelona, apayrı bir takım. Geride iki stoper ve [Sergio] Busquets kalıyor. Bek oyuncuları ise hücuma katkı verebiliyor. Bu, dediğim gibi, takımların bünyelerinde bulundurdukları futbolcuların kalitesiyle ilgili.”

FUTBOL DÜNYASINDA DEĞİŞEN BEK PROFİLİ

Arsenal’in Fransız menajeri Arsene Wenger, “Boring Boring (Sıkıcı) Arsenal” olarak anılan takımına daha efektif ve göze hoş gelen bir futbol oynatmak için bazı hamleler yapmıştı. Bunlar arasında kanat savunmacılarının sürekli bindirmeler yaparak hücumun bir parçası hâline dönüşmeleri de vardı. Wenger, Arsenal’in 90’lı yılların sonundaki kadrosunda yer alan eski stil bekler Lee Dixon ve Nigel Winterburn ikilisini, altyapılarda hücum oyuncusu olarak görev yapan Ashley Cole ve Real Mallorca’da sağ açıktaki performansıyla dikkat çeken Lauren ile değiştirerek aslında futbolun taktiksel gelişimine katkıda bulunmuştu.

Arsenal, hücum gücü yüksek beklerin takıma katılmasının ardından Premier League’de üst üste iki şampiyonluk yaşadı. Sürekli kazanan, Avrupa’nın en başarılı takımlarından birine dönüştü. Tomas Ujfalusi, Fiorentina’daki kariyerinden itibaren zaman zaman sağ bekte görev yapıyordu. CV’sinde yazan bir pozisyondu. Ve Galatasaray kariyerine de bu bölgede başlamıştı. “Bek oyuncularının gelişim sürecinde futbol mantalitesi tamamen değişti. Artık hücuma sık destek veren bekler öne çıkıyor. Ben de kanat savunmasında yer aldığım dönemlerde bu tip bir profili sergilemeye çalışıyorum” şeklinde konuşuyor.

Ve şöyle devam ediyor sözlerine: “Stoperde bulunduğum zamanlarda hücum tarafında oyuna pek fazla giremiyorum. Kenara geçtiğimde ise işin daha içinde oluyorum, tabii ki burada savunmaya dönüşler de önemli. Ve diğer yandan bir kanat savunmacısı için kanatlarda görev yapan oyuncuların kalitesi ayırt edici özellik. Önündeki oyuncunun ne zaman içeri gireceğini, hangi anda çizgiye ineceğini iyi hesap etmeli. Ona göre boş alanlar doldurulmalı. Eğer önündeki oyuncuyla aynı futbol dilini konuşabilirseniz, bir kanat savunmacısı olarak, hücuma katılma anlamında da işiniz daha kolay hâle gelir.”

“TARAFTARIMIZ ÇOK ETKİLEYİCİ”

Sohbetimizin son bölümünde konu, Galatasaray taraftarına geliyor. Çek futbolcu, burada yaşadıklarından dolayı hayli memnun gözüküyor. “Olağanüstü bir atmosfer altında maçlarımızı yapıyoruz. Taraftarımız çok etkileyici. Ancak ben buraya geldiğimde hayatım boyunca ilk defa gördüğüm bir duruma şahitlik ettim. Oyuncular, maçlardan önce tribünlere çağrılarak ‘oley’ sesleri altında motive ediliyordu. O, beni çok etkiledi, çok şaşırttı. Taraftarımız bizim 12. adamımız gibi. Onlara hak ettikleri başarıları yaşatmak için elimizden gelenin en iyisini yapmaya hazırız.” Galatasaray taraftarı da bu başarının kazanılabilmesi adına elinden gelenin en iyisini yapacak Ujfa, hep birlikte!

***

Arda Turan Hakkında…
“Arda, takımdan ayrılmadan önce kendisiyle konuştum, O’na gitmesinin doğru olacağını söyledim. Çok önemli bir oyuncu çünkü. Ve en azından şu an için Galatasaray’da belli bir misyonu gerçekleştirdiğini, yeni macera yaşayabilmek adına bir adım atması gerekiyordu. Bu şekilde bir konuşma geçti aramızda. Futbolcu için motivasyon çok önemlidir. Atletico Madrid, İspanya’nın en önemli kulüplerinden biri. O’nun adına ekstra motivasyon kaynağı olacaktı. Atletico’daki arkadaşlarımla hâlâ konuşuyorum. Arda’yı insan olarak çok seviyor Atletico Madridliler. Ve çok da iyi bir futbolcu olduğunu, oynadığı zaman oldukça önemli işler yapabildiğini düşünüyorlar. Orada güzel bir kariyer var önünde. Ama ben birkaç sene içinde Arda’nın Atletico’nun ötesinde, daha büyük kulüplere gideceğini düşünüyorum.”

***

Favori Müzik Grubu: AC/DC
Rock ve heavy-metal hayranı olan Tomas Ujfalusi, bir sanatçıyı veya müzik grubunu öne çıkarmak istemiyor. Bir tercih yapmasını rica ediyoruz, seçenekler veriyoruz kendisine. “AC/DC” diyor ardından kararlılıkla. 1973 yılında Glasgow doğumlu Avustralyalı Malcolm ve Angus Young kardeşler tarafından kurulan AC/DC, 2010 yılı itibariyle dünya çapında 200 milyondan fazla albüm satmış olan efsanevi bir rock and roll grubu. İlk albüm, Tomas Ujfalusi’nin saha içindeki hırsını da anlatıyor: “High Voltage”.

***

Jaromir Jagr, Thomas Berdych ve Tomas Ujfalusi

Futbol ve buz hokeyinde unutulmaz başarıları bulunan Çek Cumhuriyeti, son dönemde bireysel sporlar dallarında yeniden öne çıkmaya başladı. Teniste 2011 Wimbledon Çiftler Şampiyonu Kveta Peschke ve 2010 Wimbledon Erkekler Finalisti Thomas Berdych, tenisin çehresini değiştiren Ivan Lendl ve Martina Navratilova gibi isimlerin anısını yaşatıyor. ABD ve Kanada’nın ardından NHL’de (Ulusal Hokey Ligi) en fazla oyuncu bulunduran ülke olan Çek Cumhuriyeti, ligde 1599 golü bulunan ve bu alanda aktif isimler arasında en skorer oyuncu olarak çıkan Jaromir Jagr ile de gurur duyuyor. “Buz hokeyini çok yakından takip ediyorum” diyor Tomas Ujfalusi. “Hem NHL’de, hem Çek Cumhuriyeti’nde buz hokeyini profesyonel seviyede oynayan arkadaşlarım bulunuyor. Ben de ülkeme gittiğim zaman fırsat yaratmaya çalışıyorum. Orada bir buz hokeyi takımımız var, hâlâ da oynama şansım oluyor. Tenis de aynı şekilde. Tomas Berdych, 2010 senesinde Wimbledon’da final oynadı. Çek Cumhuriyeti olarak küçük bir ülkeyiz. Böylesi başarılarla mutlu oluyoruz.”


(Röportaj: Eray SÖZEN | Galatasaray Dergisi, Aralık 2011)

Webaslan mobil uygulamasıyla spor haberlerine herkesten önce ulaşmak için tıklayın
  Ana Sayfaya Dön
Webaslan Anasayfasına Dön